5 Nisan 2014 Cumartesi

Parfümün Dansı / Tom Robbins

İlginç, mistik ve felsefik bir kitap "Parfüm'ün Dansı". Bir arkadaşımdan alıp okumuş, unutamamış seneler sonra kendime de bir tane alıp yeniden okumuştum. Halen de kitapçıların raflarında gözüme ilişir...
 
 
Pan'ın ve yüzyıllar boyu yaşam sürebilmeyi öğrenen aşık bir çiftin hikayesi gibi görünse de tüm insanlığa, hayata ve zaman bakışı öyle güzel anlatıyor ki Tom Robbins... Hele de "koku" yu ve koku hafızasını... Şu satırları yazarken gidip bir daha okuyasım geldi  :)

  
 
Parfümün Dansı'ndan kendime çıkardığım, yazarın güzel anlatımlı satırları  şöyle...


  • Şeytan denen varlık, horozlara sabahın beşinde ötmeyi, uyuyan çiftlerin yüzündeki gülümseme ifadesini silebilmek için öğretmiştir.
  • Korku, tıpkı sevgi gibi, derinliğe, doğanın gölgelikli kuytularına doğru bir çağrıdır. Korku kızgınlıktan çok daha ince bir duygudur. Kızmak, zihninin yarattığı bir acıdır.
  • Kendi gemine kaptanlık edemiyorsan, hangi yanlış limana girdiğine şaşırmamalısın.
  • Kendi kadarini tayin etmenin fiyatı hiç bir zaman ucuz değildir.
  • Yıllar önce ölmüş bir adamla karşı karşıya gelirseniz, kemikleri yerli yerinde yatıyordur. Memnundur. Bekliyordur. Ama etleri gitmiştir, onu yalnız bırakmıştır. Su da et gibidir. Su hiç hareketsiz durmaz. Hep bir başka yere gitmektedir.  Tedirgindir, hareketlidir, konuşkandır, meraklıdır. Kapalı kavanozdaki su bile zamanla yok olur. Et de sudur. Taşlar ise kemik. Doygundurlar, sabırlıdırlar. Güvenilir onlara.
  • Öğretilenlere göre, varoluşun çoğu ıstırap çekmek. Istırap da arzulardan geliyor. Demek ki, eğer arzuları ortadan kaldırabilirsek, o zaman ıstırabı da kaldırmış oluruz. Bu tabi doğru bir bakıma. Dünyada çok ıstırap, çok sefalet var, tamam ama bir yığında zevk var. Eğer bir insan ıstıraptan kurtulmak uğruna tüm zevkleri de en baştan reddediyorsa, ne kazanır? İçinde ne ıstırap ne de zevk olmayan bir hayat boş bir hayattır.
  • Eğer arzu ıstırap getiriyorsa, belki akıllıca arzu etmediğimizdendir ya da arzu ettiğimiz şeyi ustaca elde etmesini bilmediğimizdendir.
  • Eğer dünyanın gündüz kadar geceye de ihtiyacı varsa, ruhun da aydınlığı dengelemek için karanlığa ihtiyacı olması gerekmez mi?
  • İnsanın arzu etmeme arzusu, arzular arasında en sinsi arzudur.
  • Arzu kelimesi, ortada bizim olmayan bir şeyin varlığını gösteriyor. Eğer her şeyimiz varsa, o zaman arzu olmaz, çünkü isteyecek bir şey kalmamış olur.
  • Arzularımız özdeşleşince, onları fazla ciddiye alınca, yalnız hayal kırıklığına karşı duyarlılığımızı arttırmakla kalmıyoruz, ayrıca o arzuların serbestçe ve kolayca yerine gelmesini zorlaştıracak bir atmosfer yaratıyoruz.
  • Her hareketsiz kabuklu hayvan, içe kapanıklığın gizli kuvvetini ifade eder. Huzur da saklı olan kuvvettir o kuvvet.
  • Aşkın en yüce işlevi, sevilen insanı özgün ve yeri doldurulamaz biri yapmasıdır. Aşkla mantığın farkı da şudur: Aşkın gözünde bir kurbağa pekala prens olabilir. Oysa mantıkçının analizinde, aşığın önce o kurbağanın prens olduğunu kanıtlaması gerekir ki bu girişim nice tutkunun parıltısını köreltmeye yeter.
  • Ölüme giden şey aslında yaşlanmak değildir. Yaşlanmanın sonunda ölüm geldiğine inanmak götürür bizi ölüme.
  • Mutsuzluk, kendine düşkünlüğün varacağı son noktadır.
  • Hayata karşı merek beslemeyen, var olmaktan çok az sevinç duyan kimseler, bilinçaltında hastalıkla, kazayla ve şiddetle işbirliği yapar, onları kendi üstlerine çekerler.
  • Parfüm temelde, çiçeklerin ya da misk kedisi ve amber çiçeği söz konusuysa cinsel çekiciliği sağlayan şeydir. Yaratıkların ya da bitkilerin üreme salgılarında çıkarılan parfüm yaratmanın konusudur. Duyularımıza dünyanın yenilenme gücünü getirir. Bu umut ve zevk mesajıdır.
  • Koku, en eski anılarımız için bir kanaldır. Beri yandan, gelecek yaşamımıza da bizimle birlikte girebilir. Bu arada da insanı keyiflendirir, hayal gücünü körükler, düşünceleri biçimlendirir, davranışları değiştirir. Geçmişle en güçlü bağımız, geleceğe olan yolculuğumuz da en sadık yol arkadaşımızdır. Tarih öncesi, tarih sonrası yaşam, hep onun alanıdır. Koku, pekala edebiyatın simgesi olabilir.
  • Geleceği özlemek, geçmişte yaşamak kadar cansız bir şeydir. Özlem de umut da özgün yaşantıyı engelleyici şeylerdir.
  • İnsan sonsuzluğa kadar yaşayacaksa, kalbiyle yaşamalı.
  • Koku anıları uyandırır. Buraya koku girmesine izin verirsek, ölüler hala hayata bağlı kalır, kaderlerini kabullenmezlerdi. Koku oldukça sonsuz hayat umudu d bitmez. Siz koktuğunuz için sevgili bayan, buradaki varlığınız pek rahatsız edici oluyor. Ölülerin size nasıl rahatsız bakışlarla baktığını görmüyor musunuz? Sizi göremiyorlar. Onlar yalnızca ölü olan şeyleri görebilir. Kokunuzu da alamıyorlar, ama yine de bir şeyler seziyorlar. Öyledir koku. Hayalet dediğiniz şey, koku duygusunu kaybetmiş ölüdür biliyor musunuz? Koku ışığın kardeşidir. Nihailiğin sol koludur. Ebediliği geçiciliğe bağlar. Bu Taraf'ı öbür Taraf'a bağlar. Bu yüzden de çok duyarlıdır.
     

29 Mart 2014 Cumartesi

Kumral Ada Mavi Tuna / Buket Uzuner

En favori romanımdır Kumral Ada Mavi Tuna...

Bir solukta bitirdiğim ve bitmesin istediğim bir kitaptı. Buket Uzuner ile bu roman sayesinde tanışmadım. Okuduğum ilk kitabı değil, ancak nasıl tanıştığımı  başka bir kitaba saklıyorum.

1996 yılıydı okuduğumda. Abimin hediyesiydi ilk kitabım. Onu okumak için ödünç verdim ve bir daha alamadım.  Bu kitap Remzi Kitapevi tarafından yayımlanmıştı.

Çok sevdiğim, etkilendiğim kitapları bazen  birden fazla okuduğum olmuştur. Unuttuğum yerleri hatırlar, hiç dikkat etmediğim noktaları keşfederim her okuyuşumda.

2002 yılında eşim aldı bu kez. Yayınevi değişmiş Everest olmuştu.

Öyle sürükleyici ki hikaye, öyle güzel anlatılmış ki karakterler, olaylar, olayların insanlar üzerindeki etkisi ve hatta mekanlar. Buket Uzuner gerçek hayattan mekanlar sunar kitaplarında, ben de bu mekanları bulup ziyaret ederim...
 
Bu romanda, kahramanlar Kadıköy'deki Baylan Pastanesinde oturup Cup Griye yiyorlar...  Okul bitip çalışmak ve yaşamak için İstanbul'a geldiğimde, Baylan'ı buldum ve tıpkı Ada, Tuna ve Aras gibi bahçesinde Cup Griye yedim... nefisti :)

Şimdi gelelim Buket Uzuner'in, muhteşem anlatımının yanı sıra Kumral Ada Mavi Tuna romanından aklımda kalan o muhteşem satırlarına;


·    Büyüyenlerse, öğretmenlerinin yanlışlarını bulmaya başladıklarında müthiş kederlenirler.

·    Ölümü en insafsız kılan şey, insanı o çok sevdiklerinden kopartmasıdır!
 
·    Unutmak, yanlışlıkları tekrarlatması bakımından sakıncalıdır. Aptallar unuturlar. Unutmak cahilliğe yol açar. Kinciler unutmaz ve bilgilerini kendilerini de yok edecek yönde harcarlar. Akıllılar, unutmayan ama bilgileri kendileri ve idealleri için olumlu enerjiye çevirebilenlerdir.

·     Bütün bu çocuksu itiş kakışa rağmen ‘öbürü’nün hep ‘orada’ olduğunu bilmek güvencesidir. Çünkü aşkın doğası çocuksudur ve işte bu yüzden geride kalanlar, gideni fena halde özlemektedir.
 
·     Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken; olmak, gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca...Ne mutludur o, oluşların içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara.
 
·     Ölüm hayat enerjisinin bitmesi demektir. Radyonun fişini çekerseniz müzik biter. İşte ölüm tpkı böyledir.  Bir gün bir yerde fiş çekilir ve doğumuuzda bağlanan emerji cereyanı kesilir. Hayat bitmiştir!

·    Birisini sevmekle gelen o inanılmaz hoşgörünün gücü azaldığında, ayrıntılar bile batar insana...
 
·    Çocuktum ve çocuklar sahip oldukları şeylerin nasıl kazanıldığını bilmezler. Çocukluk böyle yaşandığı zaman güzeldir!
 
·    Yaşam, kime nezaman ve nerede güvenebileceğimizi fısıldayan sağduyumuzun geçici bir mucizesidir.
 
·    Yetenek ancak başarma hırsızyla birleşecek kadar inandırıcı olduğunda engebeli yollar katedilebiliyor.
 
·    Yorgun gülümsedi. O zaman hüzün saçıldı her yana. Üstüme bulaştı. Elledim. Kumral renkteydi.

·    Aşk nasıl da yakar insanı... Önce sevinçten sonra da acıdan... ne güzeldir ve ne çok acıtır!

·    Mucizelere yalnızca aptallar mı inanır, yoksa mucizeler onlara inanalar için mi gerçekleşir?

·    Erkekler, kadınların duygusal patlamalarından korktukları kadar başka hiçbir şeyden korkmazlar.
 
·    Hayat, tıpkı tabiat kadar eşitlikçi değildir ve anlamsızdır. Buna bir mâna katmaya çalışan tamamen biz insanlar olmuşuzdur.